Türkiye; deprem, sel, toprak kayması, heyelan, çığ gibi pek çok doğa kaynaklı afetin yanında jeopolitik konumu nedeniyle insan kaynaklı krizlerin yanı sıra sosyal ve teknolojik krizlerle de sıklıkla karşılaşmaktadır. Bu nedenle ülkemizde doğa, insan ve teknoloji kaynaklı afet/krizler nedeniyle önemli ölçüde can ve mal kayıpları yaşanmaktadır.
Ülkemizin karşı karşıya bulunduğu riskler konusunda, AFAD Başkanlığınca yapılan bir araştırmada, insani krizlerin ve afetlerin risklerini ölçmek ve sıralayabilmek amacıyla oluşturulan risk yönetimi endeksine göre; Küresel Risk Endeksi’nde 191 ülke arasında Türkiye’nin 45’inci sırada yer aldığı ve 5,0 endeks puanı ile “yüksek risk” grubundaki ülkeler arasında bulunduğu belirtilmektedir (AFAD, 2018, s 3).
Öte yandan Türkiye, dünyanın en etkili deprem kuşaklarından birinin üzerinde yer almaktadır. Geçmişte yaşanan birçok yıkıcı deprem olduğu gibi, gelecekte de büyük depremlerin olma riski oldukça fazladır. Bu risklerin azaltılmasına ve müdahale çalışmalarının yönetimine gereken önem verilmez ise büyük kayıp ve hasarların yaşanacağı kaçınılmaz bir gerçektir.
Depremlerin ülkemiz için önemli bir risk olduğu, yine AFAD Başkanlığı tarafından istatistiki olarak yayınlanmıştır. Bu yayınlanan istatistikler incelendiğinde; Türkiye’nin fiziki açıdan dünya karasal büyüklüğünün sadece % 0.5’ini oluşturduğu görülmektedir. Bunun yanında, 1900 yılından günümüze kadar meydana gelen büyük depremler bakımından dünya sıralamasında toplam 77, küresel olarak ise 4. sırada olduğu belirtilmektedir (AFAD, 2018, s 8).
Meydana gelen doğa kaynaklı afetler, her yıl Türkiye gayri safi milli hâsılasının %3’ü oranında, doğrudan ekonomik kayba yol açtığı görülmektedir. Bununla birlikte, yaşanan afetlerin doğrudan ekonomik kayıplara yol açmasının yanı sıra, pazar kaybı, üretim kaybı, işsizlik, iş gücü kaybı gibi dolaylı ekonomik kayıplar da göz önünde bulundurulduğunda toplam ekonomik kaybın gayri safi milli hasılanın% 4-5’ine ulaştığı görülmektedir. (Afet Yönetiminde Etkinlik T. C. Kalkınma Bakanlığı Özel İhtisas Komisyonu Raporu).
Türkiye, afet yönetiminde milat kabul edilen 1999 Büyük Marmara Depreminde 18.000 üzerinde ölüm vakası yaşamıştır. Yaşanan can kayıplarına ilave olarak, Marmara Bölgesinin büyük bölümünü etkileyen olay nedeniyle 15 ila 30 milyar ABD Doları arasında bir mali kayıp olduğu resmi ve akademik çevrelerce belirtilmekte ve afetlerin ülkemize maliyeti ortaya çıkmaktadır.
1999 yılında meydana gelen Marmara Depremi sonrası, özellikle afet yönetimi sisteminde olumlu ve önemli gelişmeler meydana gelmiş olmakla birlikte, afet öncesi risk yönetimi konusunda çalışmaların yeterli olmadığı, yapısal ve kurumsal çözümler geliştirilemediği, kriz yönetim sistemindeki karmaşanın devam ettiği, kurum ve kuruluşların kriz yönetimi konusunda yapısal bir çerçevede hem idari hem de eşgüdüm noktasında önemli bir gelişme kaydedemedikleri, 6 Şubat 2023 tarihinde yaşanan depremler de ortaya çıkmıştır.
6 Şubat 2023 tarihinde meydana gelen depremlerin ülkemize verdiği hasarlar konusunda Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) Türkiye Mukim Temsilcisi Louisa Vinton, BM Cenevre Ofisi’nde düzenlenen rutin haftalık basın toplantısına Gaziantep’ten katıldığı video konferansta “ …….., deprem nedeniyle bölgedeki 2,7 milyon kişinin yerinden olduğunu, 600 bine yakın bina veya iş yerinin yıkıldığını……bugüne kadar yapılan hesaplamalarla, hükümetin sunduğu ve uluslararası ortakların desteklediği zarar tutarının 100 milyar doları aşacağı tahmin edildiğini, 100 milyon metreküp enkaz kaldığını ve bunun çok büyük bir miktar olduğunu” ifade etmiştir. (www.trthaber.com)
Öte yandan Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı’nın, Türkiye Deprem Toparlanma ve Yeniden İmar Değerlendirmesi Raporu’nda, “Kahramanmaraş merkezli depremlerin ekonomik zararlarına ilişkin olarak Türkiye ekonomisi üzerindeki toplam yükünün yaklaşık 2 trilyon TL düzeyinde olduğu tahmin edilmekte ve depremin 2023 yılı milli gelirinin yaklaşık yüzde 9’una ulaşabileceği öngörülmekte” olduğunu açıklamıştır.
Türkiye, başta büyük depremler olmak üzere yaşadığı çeşitli afetler/krizler nedeniyle kamu otoritesinin sarsılmaması amacıyla çalışmalar yürütmüş ve merkezi eşgüdümün yanında, yerel yönetimlerin de afetlerin tüm aşamalarında çalışmalara katılımı amacıyla düzenlemeler yapmıştır. Bu kapsamda, 1999 Depremleri sonrası krizlerin tek merkezden yönetilmesi ve eşgüdüm sorunlarının giderilmesi amacıyla Başbakanlık Merkez Teşkilatı içinde Türkiye Acil Durum Yönetimi Genel Müdürlüğü kurularak, devletin tüm kuruluşları üzerinde otorite tesis edilerek, olası krizlerin yönetim, iletişim ve koordinasyonunun bu Genel Müdürlük eliyle yürütülmesi amaçlanmıştır.
Ayrıca, afetlerle ilgili mevzuat karmaşası ve yönetim mekanizmasındaki çok başlılık engellemek ve kriz anındaki koordinasyonu ve reaksiyonu hızlandırmak amacıyla krizlerin tek merkezden yönetilmesine yönelik olarak 2009 yılında 5902 sayılı Kanun’la Başbakanlık Afet Acil Durum Yönetim Başkanlığı kurulmuş, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçilmesi ile Başkanlık, İçişleri Bakanlığına bağlı kuruluş haline getirilmiştir.
2003 Hükümet Eylem Planı çerçevesinde, yerel yönetimlerin de afet hizmetlerine katılımı için Belediyeler ve İl Özel İdareleri Kanunlarında değişiklik yaparak, bu yapı içerisinde kişilere ve mahallî idarelere ciddi bir sorumluluk verilmiştir. Yapılan araştırmalarda, başta yerel unsurlar olmak üzere, tüm kesimlerin afet hizmetlerine aktif şekilde katılımı için yapılan düzenlemelerin olumlu olduğu değerlendirilmektedir.
Geçen süreç içerisinde afet/krizleri önlemeye ve müdahaleye yönelik olarak yapılan mevzuat çalışmaları, önemli gelişme ve yatırımlara sebep olmakla birlikte afet riskinin çok yüksek olması nedeniyle ülkenin bilgi birikim, yaşadıkları ve bunun sonucunda elde edilen tecrübeler ışığında, tüm kesimlerin kurumsallaşmasına, nitelikli, hızlı karar verebilen, uygulanabilir bir afet/kriz yönetim sistemine dönüşerek hayata geçirilmesi zarureti ortaya çıkmaktadır.
Büyük bir afet sonrasında kamu otoritesinin zafiyete uğraması sonucunda toplumsal karmaşanın ortaya çıkması milli güvenlik sorunlarına neden olabilecek düzeyde olup, bu çerçevede bir sorunla karşılaşılmaması amacıyla tedbirler alınması önemlidir. Bu noktada, Mustafa Kemal Atatürk tarafından ifade edilen “Felaket başa gelmeden evvel önleyici ve koruyucu tedbirleri düşünmek lazımdır, geldikten sonra dövünmenin yararı yoktur!” sözü bir kez daha aydınlatıcı şekilde çözüm yolunu ortaya koymaktadır.
Müdahale çalışmalarının eşgüdümü, organizasyonu, takibi ve kontrolü afet yönetimi sistemini aşarak, normal yaşamın kesintiye uğraması, ekonomi, eğitim, sosyal yaşam, sağlık, hukuk vb. gibi kısaca toplumsal alanda bir zafiyete yol açması nedeniyle, konunun afet yönetiminin dışında daha kapsamlı kriz yönetimi tedbirlerinin uygulanmasını gerektiren bir durum haline gelmektedir.
Afet yönetim sistemi, ülke gerçekleri göz önüne alınarak, değişen ve gelişen şartlara göre tüm kesimleri kapsayacak şekilde; “ortak dil, ortak mevzuat ve hareket birliği içerisinde iyi işleyen yönetim sistemi” ile araç gereç ve teknik teçhizatıyla krizleri yönetebilecek şekilde kurgulanmamış ise, olayın bir afet müdahalesinden çıkıp ülkenin birlik ve bütünlüğünün de riske edebileceği unutulmamalıdır.
Meydana gelen depremler sonrası hayatın normale dönebilmesi için, afet sırasında oluşan kaotik durumun etkilerini gidermeye yönelik çalışmalar çok yönlü, çok disiplinli, çok ortaklı ve dinamik bir süreç içerisinde öncelik sırasına göre devam etmelidir.
Afetle birlikte karmaşık ve zor süreçte yapılan arama kurtarma, sağlık, güvenlik, yangın, barınma, tahliye, beslenme, haber alma, ulaşım, geçici iskân, tehlikeli yıkıntıların kaldırılması gibi faaliyetler saat, gün ve hafta, ay, yıl bazında planlanarak hasarların en az zararla atlatılması amaçlanmalıdır.
Afetlerde, başarısız müdahale çalışmaları nedeniyle kamuoyunda oluşan tepkiler ilgili kamu kurum ve kuruluşlarının yönetici ve çalışanlarına yönelmekte, konumları sorgulanmakta, yürütülen yetersiz faaliyetler kriz yönetimi çalışmalarına gölge düşürmektedir.
Ülkemizin afetselliği kayıp ve zararları göz önüne alınarak, depremlerin önemli bir risk olduğu ve genel hayatı kesintiye uğrattığı, ülkenin büyük bölümünü veya tamamını etkilediği gerçeğinden hareketle başta siyasi irade, kamu otoritesi, ilgili koordinatör kuruluşlar, üniversiteler, sivil toplum kuruluşları, özel sektör ve vatandaşlar olarak ciddiye alınması gerekmektedir. Ardından bu konuda daha fazla zaman kaybetmeden, siyaset üstü bir yaklaşımla “nelerin, neden ve nasıl” yapılacağı somut projelerle ortaya konularak zaman geçirilmeden seferberlik seviyesinde toplumsal katılımlı çalışmalara başlanması elzemdir.

Yaşanan Kahramanmaraş merkezli depremler ülkemizin karşılaştığı ne ilk ne de son deprem olacaktır. Bingöl, İzmir ve İstanbul Merkezli bölgesel depremlerin meydana gelebileceği ilgililerce açıklanmaktadır. Yaşanan her deprem sonrasında olduğu gibi, bilim insanları, akademik camia ve diğer ilgililer tarafından bilimsel veriler ışığında çeşitli perspektiflerden gerçekleştirilen değerlendirmelerde Türkiye’nin depremselliği vurgulanarak depremlerin devam edeceği, ülkenin pek çok noktasının deprem riskinin yüksek olduğu bilgileri paylaşılması toplumda korku ve endişeye yol açmaktadır.
Buradan hareketle, ülkemizin en öncelikli sorunlarından biri, bu yaşanan afet ve krizlerin tüm aşamalarında yaşanabilecek sorunların çözümüne yönelik geçmişte yaşanan tecrübelerden çıkarımlar yapmak, ardından afet/krizlerin yönetimine yönelik somut çıktıları olan ve katılımlı bir mekanizma ile çözümler ortaya koyabilmektir.
Bu bağlamda; Ülkemizde derin yaralar bırakan Gölcük, Kaynaşlı, Van ve Kahramanmaraş Depremlerinin yanında, büyük olmayan ama özel bir durum gerektiren güç durumlarda en önemli faktörün silahlı kuvvetlerce yapılan başarılı müdahale çalışmaları olduğu, son yaşanan depremde de görülmüş, TSK bu konuda en önemli paydaş ve aktör oluğunu bir kez daha göstermiştir.
Meydana gelen afet ve acil durumların müdahale çalışmalarında; Türk Silahlı Kuvvetleri, yapılanması ve sahip olduğu kaynaklar nedeniyle, başta doğal kaynaklı afetler olmak üzere tüm beşeri krizlerde, krizin meydana gelmesi sonrasında olay bölgelerine ulaşarak ihtiyaç duyulan hizmetlerin yerine getirilmesinde kısa sürede çalışmalara katılan ve afet/kriz hizmetleri; arama kurtarma, acil yardım, barınma, beslenme, güvenlik, psikososyal başta olmak üzere birçok alanda hizmetlerin yerine getirilmesinde hem insan hem de malzeme kapasitesi nedeniyle önemli ve etkili çalışmalarda bulunmaktadır. Zaten TSK’nın bu katkıları, daha önce meydana gelen birçok orta ve büyük ölçekli afet ve acil durumda ortaya çıkmış ve tecrübe edilmiştir.
Bunların yanı sıra depremin ilk anlarında gerçekleştirilen akut müdahale sürecinde büyük problemlere yol açan, haberleşmenin ve ulaşımın kesildiği anlarda, sahip olduğu imkan ve yeteneklerle irtibatı sağlayıp, kara, hava yolu varsa deniz yolu ile ulaşımı kurarak bölgeye ilk gidenlerin TSK olduğu bir çok olayda görülmüştür. Bu kapsamda, askeri kaynakların sivil kaynakları desteklemesi çalışmalar, ülkemiz yanında pek çok ülkenin afet yönetimi sistemine de katkılarda bulunmuştur.
Afet/kriz anını en az hasarla atlatılabilmesi için, müdahale faaliyetlerinde ülke içinden veya dışından gelen tüm kaynakların (sivil, asker, özel, yerli, yabancı, STK vb) önceden planlanmış şekilde etkin, verimli ve ekonomik kullanımı önemlidir. Bu açıdan bakıldığında olası durumlarda sivil unsurların yanında daha çabuk reaksiyon gösterebilen, haberleşme ve ulaşım açısından aktif ve 24 saat hazır ekipleriyle işlevliği yüksek kapasitede olan TSK büyük önem kazanmaktadır.
Ülkelerin kriz yönetim sistemlerinde yerleşik olan ve sivil kaynaklarla üstesinden gelinemeyecek afet ve krizlerde, silahlı kuvvetlerin olaya müdahil olduğu bazı olaylarda ise otoritenin sağlanarak organizasyon ve koordinasyon faaliyetlerin yönetiminin bizzat silahlı kuvvetlerce yerine getirilmekte olduğu görülmektedir.
Ülkemiz afet/kriz hizmetlerine TSK’nın katkıları hakkında birkaç örnek verilecek olursa; Marmara Depreminde Silahlı Kuvvetlerin arama kurtarma çalışmalarına verdiği destek 60 bin askeri personelin üzerindedir. Yine Marmara Depreminde askeri unsurlar tarafından; haberleşme, ulaşım, lojistik, barınma, insani yardım, sağlık, güvenlik, emniyet, beslenme, tahliye ve transfer gibi akut seviyede yürütülmesi gereken çalışmalara hem personel hem de kaynak desteği sağlanarak hayatın normale dönmesini sağlamış ve desteklenmiştir.
Ülkemizde meydana gelen orta ve büyük ölçekli depremlerde olduğu gibi, son yıllarda ülkemizde çok sayıda yaşanan sellerde yürütülen arama kurtarma faaliyetlerinin tamamında, askeri hava araçları başrolde yer almakta, en önemli hizmetlerden biri olan hava ve deniz arama kurtarma faaliyeti yıllardır askeri unsurlar tarafından yürütülmektedir.
Kahramanmaraş Merkezli Depremlerinde de görüldüğü gibi kriz yönetimi çok yönlü, çok disiplinli, çok aktörlü ve dinamik süreç içerisinde tüm imkân ve kabiliyetlerle olaya müdahil olup, hizmetlerin yerine getirilmesinde en önemli paydaş olan TSK’nın, kriz dönemlerinde disiplinli ve düzenli yaptığı başarılı çalışmalar sonrası TSK’sız kriz/afet yönetilemeyeceği gerçeği karşımıza çıkmaktadır.
Kamu otoritesi, devletin devamlığı için ihtiyaç duyulması halinde, kamu hizmetlerinden istenilen sonucunun alınmasına yönelik olarak devlet kuruluşları ve hizmetlere ilişkin sivil kuruluşların yanında silahlı kuvvetlerle ilgili mevzuat, iş ve işlemler konusunda birtakım düzenlemelere gidilmiştir. Gelişen ve değişen şartlara göre de bu değişime devam edilecektir.
Ülkemiz, afet/kriz yönetimi sistemi içerisinde sivil ve asker iş birliği ile, birçok olayda yaşanan müdahale çalışmalarında görüldüğü gibi küresel seviyede kurumsallaşmış başarılı bir örnektir. Son yıllarda yaşadığı ve gelecekte yaşayacağı depremler başta olmak üzere, afet ve acil durum gerçekleri göz önüne alınarak kriz yönetiminin en önemli unsuru olan TSK’nın, sisteme uyumlu hale getirilerek mevzuat, bütçe, araç gereç, yetişmiş insan gücü gibi düzenleme yapılmalı, olası doğa kaynaklı afet/krizlerde müdahale faaliyetlerine ihtiyaç duyulması halinde aktif katılımı zaruri olduğu için bu konuya gereken önem verilmelidir.
Diğer ülkelerde örnekleri görüldüğü gibi, ülkemizde de olabilecek büyük afetlerin, yönetim ve koordinasyonu sivil otorite gözetiminde görev tanımları belli olan, sınırlı bir bölgede ve geçici bir süreyle “silahlı kuvvetlerin katılımıyla” yönetilmesi gerekmektedir. Afetin etkilerinin sona ermesi sonrası ise, afetle ilgili sivil otoriteye görevin devir için ihtiyaç duyulan mevzuat ile bu çalışma sisteminin kamuya entegre edilmesine yönelik ilgili kurum ve otoritelerin katılımıyla düzenlemeler yapılarak kurumsallaştırılmalıdır.
Kahramanmaraş Depremleri yanı sıra olası İstanbul veya diğer bölgesel depremlerin ülkemizin başta birlik ve bütünlüğüne yani “Milli Güvenliğine” yönelik önemli bir tehdit unsuru olduğu kabul edilip, ülkemize verdiği/vereceği kayıplar göz önüne alınarak depremlerin -Milli Güvenlik Belgesinde bulunmuyor ise- Milli Güvenlik Belgesinde yer alması düşünülmeli, çünkü, doğal afetlerin önlenmesine ve müdahalesi için hazırlıkların devlet politikası kapsamında alınarak, uygulamaların kararlılıkla ve sürekli devam etmesi, risk ve kriz yönetimi sistemine önemli büyük katkılar verecektir.
Mevcut kaynaklara ilaveten, yapılacaklarla eskisinden daha fazla imkana sahip olup, krizlere daha hızlı müdahale refleksine sahip olması halinde ülkemizi için önemli bir tehdit olan doğal afetlerin müdahalesine yönelik çalışmalarla krizlerin en az kayıp ve hasarla atlatılmasına yardımcı olacaktır.
Bunların yanı sıra, son Kahramanmaraş merkezli depremlerde görülen arama kurtarma personelinin eksikliği dikkate alınarak, doğal afetlerde arama kurtarma konusunda temel düzeyde verilecek bir eğitimin Türk Silahlı Kuvvetlerinin eğitim sistemine dâhil edilmesi faydalı olacaktır. Ayrıca, askeri birliklerde (kendi bünyesine uygun tasarlama yaparak) bir birliğin ihtiyaç duyulacak eğitimlerin verilmesi sonrası teçhizat ve malzeme yönüyle desteklenerek, arama kurtarma, ilk yardım, barınma vb. eğitimler verilerek olası afetlerde müdahale için hazır ve zinde bulundurulmalıdır.
TSK unsurlarının, afet ve acil durumlarda kurumsal seviyede kullanılmasını teminen, uzun dönem askerlik yapanlara “afet müdahale çalışmalarına yönelik temel eğitimler” verilerek başarılı olanlar belgelendirilerek, olası afetlerde yararlanılmak üzere afet gönüllük kapsamına alınmaları ile profesyonel askeri personel eğitimlerinde arama kurtarma süreçlerinin yer almasının sağlanması da kurumsal katkılar sağlayacak ve nitelikli insan kaynağı oluşturacaktır.
Ülke kaynaklarının büyük depremlerde etkin, verimli ve ekonomik kullanılması amacıyla ortak mevzuat, ortak dil ve ortak hareket birliğinin sağlanabilmesine hazırlık için her kesimin görüşleri alınarak müdahale planları yapılıp, aynı kapsamda ortak eğitimler tatbikatlar yapılarak gelişen ve değişen şartlara göre bilgi alışverişi yapılması önemli unsurlardır. Bu minvalde afet müdahale planlarında, merkezi ve yerel düzeyde askeri unsurların aktif katılımı ve sorumluluk paylaşımı başarılı uygulamalara yol açacaktır.
Günümüzde her alanda olduğu gibi, teknoloji de çok hızlı değişimler olmaktadır. Bu değişimlerin, müdahale hizmetlerinde ilgili tüm kesimlerce kullanılacak araç ve gereçlerin envanterleri çıkarılarak farklı birimlerde olan ilgililerin ortak kullanımının sağlanabilmesi için eğitimlerin verilerek, tüm kesimlerce sahada kullanımına yönelik çalışmalar yapılmalıdır.
Ülkemizin bazı bölgelerinde güvenliğin sağlanması kapsamında görev yapan korucular da TSK ile yapılacak iş birliği sonrası, temel eğitimler verilmesi ve belli aralıklarla yine tazeleme eğitimleri verilerek hazır ve zinde tutulup olası afetlerde müdahale hizmetlerine katılımları krizlerin yönetimine artı katma değer katacaktır.
İstanbul ve çevresini etkilemesini beklenen depremin yanı sıra, diğer bölgesel depremlerin her an olabileceği, öncelikle afete müdahale çalışmaları olmak üzere krizin her aşamasında görev alacak tüm kesimlerin, gelişen ve değişen şartlara göre ihtiyaç duyulan yasal, teknik ve idari düzenlemelerin güncellenerek profesyonel ve dinamik bir yapıya sahip olması sağlanmalıdır.
Bu kapsamda, doğal afetlerin çok sık ve değişik şekillerde yaşandığı ve yaşanacağı göz önüne alınarak, ülkemizin milli güvenliğine yönelik tehditlerden biri olan doğa kaynaklı afetlerin müdahale çalışmalarında etkin unsur olan silahlı kuvvetlerin, tüm imkân ve kabiliyetleri ile krizin her aşamasındaki çalışmalara aktif katılmasının kaçınılmaz olduğu göz önüne alınmalıdır.
